İçeriğe geç

Duanın Şartları

Duanın Şartları

Duanın şartları.

Duanın yapılmasının ve beklenen neticeyi vermesinin bir takım şartları vardır. Bunları maddeler halinde sıralamak gerekirse:

1-Herhangi bir hususta dua yapmak istenildiği zaman, sadaka vermek, oruç tutmak ve namaz kılmak gibi hususlar asla ihmal edilmemelidir. Hem bunların ihlas üzere ve sırf Allah rızası için yapılan ibadet ve taatlardan olması da gerekmektedir. Geçmişteki büyüklerimiz de herhangi bir hususta dua yapmak istedikleri zaman aynı şekilde davranırlardı. (O’ndan herhangi bir şeyi istemeden önce yine O’nun rızasını kazanmak için bazı kulluk hizmetleri sergilemek, hem dua yapmanın edeplerinden birisi, hem de eski büyüklerimizin duanın kabulü için yaptıkları hizmetlerin birincisidir).

2-Duaya önce Besmele, hamd ve salavat ile başlamaktır. Bunlar şu ifadelerle meydana konulmaktadır:

El hamdü lillâhi rabbil âlemin, ves salâtü ves selâmü alâ rasûlinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecme-ıyn*

Ömer b. Hattab (r.a.) diyor ki:

“Başlamadan önce Allah’ın Resulü’ne salat ü selam getirilmeyen her dua tutukludur. Hiçbir yere gidemez. Ne zaman ki, önce Resulü Ekrem (s.a.v.)’in üzerine salatü selam getirilir ve daha sonra da duaya başlanırsa, o dua Cenab-ı Hakk’m icabet kapısına doğru yükselir.”

Ebu Süleyman Daranî (k.s.) diyor ki:

“Cenab-ı Hakk’tan bir şey istemeye karar verilince, önce O’nun Resulü Ekrem’ine salatü selamla başlamalı, sonra O’ndan ne istenecekse, o istenmeli, duanın sonu yine Habibine salat ve selam ile bitirilmelidir. Cenab-ı Hakk, Habibi’ne getirilen salat ve selamı muhakkak surette kabul buyurmaktadır. Kulun istediği şeyden, getirilen salat ve selam, daha kıymetli ve daha muhteremdir.”

3- Dua yapacak olan kimsenin kalbi huzurlu olmalı, dalgın veya huzursuz olmamalıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buvurulmuştur:

“Allahü Teâlâ, kalbi fısk ye fücur dolu kimse ile kendisini oyun ve eğlenceden alamayan ve yine kalbini öyle şeylerle meşgul bulunduran kimsenin duasını kabul buyurmaz.”

Elbette ki, dua ve niyazda bulunacak kimsenin kalbi huzur içinde olmalı, Allah’tan başka şeylere iltifat etmemeli, her hususta Allah’a dayanmalı ve O’na güvenmeli, kendine hiçbir hususta güvenmemelidir. Bu hususta, Yakub (a.s.)’ın yaptığı gibi yapmalıdır. Nitekim bu hususu Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmektedir:

“Böyle olmakla beraber, Allah’ın hükmünden hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak Allah’ındır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve tevekkül edenler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.”

Yakub (a.s.)’m çocuklarına nasihatini içine alan bu âyet-i kerimenin tamamında, kendi gücüne güvenmeyip, Cenab-ı Hakk’m kuvvet ve kudretine iltica etmenin güzel bir örneği sergilenmektedir. Bunun için Yakub (a.s.) maksadına ermiş, Cenab-ı Hak, onun duasını kabul buyurmuştur.

4-Bir kimse herhangi bir isyana devamlı bir şekilde kendisini kaptırmış ta, o isyandan kurtulmayı düşünmüyor, bunun için mücadele etmiyorsa, duası kabul olunmaz. Nitekim bu hususta Allah’ın Resulü (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların en akılsızı, günah işlemeye devam ettiği halde, günahının bağışlanması için tevbe etmeyi temenni edendir.”

Yahya b. Muaz (k.s.)’ya bir gün yakınları şöyle der:

– Efendimiz, bizler için de dua buyursanız!

Bunun üzerine Yahya b. Muaz şöyle der:

– Ben, değil size, kendim için bile nasıl dua edebilirim ki? Allahü Teâlâ’ya isyan halinde olan bir kimseyim. O’ndan ümidimi kesmem de mümkün değildir. Çünkü O Kerim’dir. (Hiçbir suretle O’nun kereminden ümit kesilmez.)

5- Duanm kabulüne sebep olan şeylerin birisi de ihlasdır. İhlas, amelin temelidir. Nitekim bu hususta Allahü Teâlâ buyuruyor:

“O halde siz, Allah’a ibadeti halis kılarak, hep O’na itaat edin. Varsın kafirler hoşlanmasınlar.”

Bir gün Musa (a.s.) inleyip sızlayarak Allahü Teâlâ’ya yalvaran bir kimseye rastladı. O kimsenin haline üzülerek, Musa (a.s.) kendi kendine şöyle dedi:

“Allah’ım! Elimde olsaydı, bu adamın ihtiyacını görür, derdine derman olmaya çalışırdım.”

Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, Musa Aleyhisselam’a şöyle vahyetti: “Ya Musa! Bilmiş ol ki, Ben senden daha merhametliyim. O yalvarıp inleyerek bana dua ediyor görünen kulum var ya, o kulum kalbiyle başka şeyler düşünüyor, ağzıyla da bana dua ediyor görünüyor. O-nun için ben de duasını reddediyorum.”

Musa Aleyhisselam hemen durumu o adama bildirdi. O adam da hatasına pişman olarak, kalbini topladı ve toparlandı. Ondan sonra yaptığı duasını da Cenab-ı Hakk kabul buyurarak kulunu maksadına ulaştırdı.

6- Duanın kabul olma sebeplerinden birisi de dua eden kimsenin helal yiyerek geçinen bir kimse olmasıdır. Bu hususta Allah’ın Resulü (s.a.v.), Sa’d (r.a.)’a şöyle buyuruyor:

“Ey Sa’d! Elinin emeğinden başkasını isteme ve yeme. O zaman duan asla reddolunmaz.”

Musa Aleyhisselam bir yerden geçerken, durmadan ağlayan ve Cenab-ı Hak’tan bir şeyler isteyen bir kimseye uğradı. O kimse ağlayarak kendisini helak edecek duruma gelmişti. Hayli zaman sonra yolu o ağlayan kimsenin yanma vardığında, eski halindeki ağlayıp sızlaması aynen devam ediyordu. Durumu merak eden Hazreti Musa (a.s.), Cenab-ı Hakk’a yaptığı bir müracaatında, o kimsenin dileğini kabul buyurmasını, gözyaşlarını dindirmesini dilemiş, Cenab-ı Hakk da Musa (a.s.)’a şöyle hitapta bulunmuştur:

“Ey Musa! Ben karnı haramla dolu olan bir kimsenin duasını nasıl kabul ederim? Yalnız karnında değil, sırtındaki elbise de, evindeki eşya da haramdan meydana gelmiş.”

Bunu duyan Hazreti Musa, Cenab-ı Hak’tan bağışlanmasını diledikten sonra, doğruca o kimsenin evine gitmiş, evinde sadece beş dirhemden ibaret para bulmuş, başka hiçbir şey görememişti.

(Beş dirhem para, kul ile Allah arasını açmaya kâfi gelirse, birçok dünyalığı haram helal demeden kazananların vay haline! Rabbim! Bizleri harama meyletmekten koru!)

Yusuf b. Esbat diyor ki:

“Haram lokma sebebiyle dua semada hapsolunur da, Cenab-ı Hakk’ın (kabul) kapısına ulaşamaz.”

Sa’d (r.a.) hakkında da şöyle rivayet edilmektedir:

– Ey Sa’d! Niçin dostların senin yaptığın daveti hiç reddetmezler de hemen koşarak gelirler?

Buna karşılık olarak Sa’d (r.a.) der ki:

“Ben, ağzıma attığım ufacık bir lokmanın bile nereden geldiğini, haram mı yoksa helal mı olduğunu iyice anlamadan yemem.”

7- Duanın kabul olma sebeplerinden birisi de, dua eden kimsenin sesinin meleklerce bilinen bir ses olmasıdır. Aynı zamanda dua eden kimse hak ile batıl arasını fark edecek kadar ariflerden olmalıdır.

Bir gün dostlarından bazıları Cafer-i Sadık (r.a.) hazretlerine dualarının niçin kabul olunmayıp hep reddolundu-ğunu sorarlar. O büyük veli de dostlarına şöyle der:

“Sevgili dostlarım, sizler tanımadığınız bir kimseden istiyorsunuz. Gerçekten de O’nu tanımıyorsunuz. O’nu hakkıyla tanıyan kimsenin duası asla reddolunmaz.”

8- Duanm reddolunmayıp, kabul edilmesinin sebeplerinden birisi de yönü kıble istikametinde çevirip, elleri göklere doğru açmak, tıpkı namazda olduğu gibi huzur ve huşu içerisinde duayı yapmaktır.

Gayrimüslim bir kimse ariflerden birisine şöyle bir soru sordu:

– Ey Allah dostu! Bakıyoruz da dua ederken ellerini semalara, yükseklere doğru açıyor, başını ise yere doğru eğiyorsun. Böyle yapmaktan maksadın nedir?

O veli şöyle cevap veriyor:

– Biz, ellerimizi azıklarımızın doğuş yeri olan yüceliklere açıyor, yüzümüzle de servetimizin meydana getirdiği şer-leri seyrediyoruz. Siz Allahü Teâlâ’nın şu âyet-i kerimesini herhalde işitmişsinizdir. Buyuruyor ki:

“Semada rızkınız ve vaad olunduğunuz cennet vardır.”
Başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır:

“Sizi topraktan yarattık. Yine ölümünüzden sonra sizi ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi başka bir defa daha (çürümüş ve dağılmış bedenlerinizi toplayıp ruhlarınızı iade ederek) çıkaracağız.”

Arif olan zat bu âyet-i kerimeleri okuyunca soruyu soran gayri müslim derhal müslüman oldu. Bundan sonra İslâmın bütün icaplarını yerine getirmeye başladı.

9-Duanm kabul edilme sebepleri içerisinde, onun gizliliği de mühim bir yer işgal eder. Dua eden bir kimsenin yalvarış ve sızlanışlarını kendisinden başkasının duymaması gerekmektedir.

Nitekim bir âyet-i kerimede Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır:

“Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez.”

Ariflerden birisi diyor ki: “Kabul olunmaya en yakın ve en müsait olan dua gizli olarak yapılan duadır. İhtiyaç halinde bulunan kimsenin ihtiyacını karşılaması için dua etmesi elbette lazımdır. Çünkü, kişiye yönelen çile ve şiddetlere ancak dua ile karşı durulur.”

Allahü Teâlâ’dan isteyiş ve O’na yalvarışta sadakat sahibi bulunan, isteğini ihlas ve samimiyetle isteyen ve her şeyin sahibinin O olduğuna samimiyetle inanarak isteyen kimsenin duası asla reddolunmaz. Derhal öylesinin dua ve niyazı kabul edilir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Onlar mı hayırlı yoksa kendisine yalvardığı zaman darda kalana karşılık verip sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah ile beraber bir ilah mı var? Ne de kıt düşünüyorsunuz.”

Müşkül durumda kalıp ta sıdk ile dua eden kimseye misal olarak İmam Abdülvâhıd b. Zeyd el-Basrî tarafından şu hikaye anlatılmaktadır:

Bir zamanlar Basra’da katır sahibi bir kimse bulunuyordu. Bu adam her zaman katırını muhtelif yerlere yük ve insan taşıtmak üzere kiraya verirdi. Kendisi her hususta emin bir kimse olduğu için herkes ona işini ve canını rahatlıkla teslim ederdi. Kim, nereye, kimi ve hangi malı göndermek isterse, bu şahsı bulur ve o şahısla işini görürdü. Yine günlerden bir gün, Basra’dan yola çıktı. Yolu Küfe istikametinde idi. Yolda giderken bir adama rastladı. Karşılıklı olarak selâmlaştılar ve karşılaştığı adam katır sahibine:

– Halimi görüyorsun. Çok zayıf ve güçsüz bir kimseyim. Yürüyecek takatim kalmadı. Her hususta sana teslimim. Ne olur, beni bırakma. Eğer ücret istersen vereyim. Görüyorsun ki yükte ağır bir kimse de değilim. Beni rahatlıkla taşıyabilirsin. Ben de sana sadık bir dost ve bir arkadaş olurum, dedi.
Bunu duyan katırcı, adamın teklif ettiği parayı cazip bularak dediğini kabul etti ve adamı da katırın üzerine aldı. O gün akşama kadar beraberce yol aldılar. Akşam olunca iki yolun ayrım noktasına geldiler. Yolu iyi bildiğini iddia eden ve sonradan katıra kira ile binen kimseye katırcı, hangi yolun kendilerini Küfe’ye götüreceğini sordu. Adam da kötü bir maksada niyet ederek, katırcıyı yanlış bir yola doğru şevketti. Gittikleri yolun kestirme bir yol olduğuna, her türlü tehlikeden emin bulunduğuna dair bir sürü söz ettikten ve hayli yol aldıktan sonra gecenin karanlığında ıssız bir vadinin içine daldılar. İşte o sırada katır sırtında olan ve sonradan yalvararak bindirilen kötü niyetli adam bıçağını çekerek, katırcının üzerine hücum etti. İşte senin gideceğin yol, bu yoldur diye kendisine iyilik yapan kimseye ölüm yolunu gösterdi. Katırcı, adama, katırı da yükünü de verip canını bağışlaması için yalvararak dilediyse de, kötü niyetli adam, hiçbir şey istemediğini, hatta kendisini öldürmekle zaten her şeyin ona kalacağını ve mutlaka kendisini öldüreceğini merhametsizce katırcının yüzüne söyledi. Bütün yalvarıp yakarmalarının boşa gittiğini anlayınca, gözü dönmüş adamdan sadece iki rekat namaz kılmak ve son defa Allah ile beraber olmak için izin istedi. Zalim kişi buna izin verdi. Katırcı da önce abdest aldı. Daha sonra iki rekatlık namaz için Cenab-ı Hakk’ın huzuruna durdu. Fâtiha-i Şerife’yi okurken kendisine öyle bir titreme geldi ki, ondan sonra okuması gereken sure ve âyetleri okuyacak hali kalmadı. Şaki ruhlu adam arkasında eli bıçaklı duruyor ve namazını hemen bitirmesini bekliyordu. Bu arada katırcının içinden zammı sure olarak:

“Emmen yücîbül mudtarra izâ deâh” ayetini okuma doğdu ve bu âyet-i kerimeyi yüksek sesle okumaya başladı. Arkasında namazının bitmesini bekleyen eşkiya, açıktan okuduğu âyet-i kerimeye: “Evet, yalvarmalarına içinde bulunduğun saatte cevap verilecektir.” diye alay etmeye devam ederken, daha sözünü tamamlayamadan, karanlık vadinin içerisinden süratle kendisine doğru yalın kılıç gelen bir atlı gözüktü. Elindeki kılıç sanki bir ateş parçası gibi parlıyordu. Eşkiyaya bir nara atarak kılıcını salladı ve oracıkta canını cehenneme yolladı. Canına kastedenin cezasını gördüğünü, suçunu canı ile karşıladığını gören katırcı, namazının sonunda kalktı, süvarinin atının alnından öptü ve:

“Sen kimsin, nereden geldin ve seni kim gönderdi?” diye sormaya başladı. Süvari de bu sorulara: “Ben, sıkıntıda kalanların duasına yardımla cevap veren Allah’ın bir kuluyum. Nereye gitmek istiyorsan, rahatça ve emniyetle gidebilirsin. Zira Cenab-ı Hak seni okuduğun âyet-i kerime hürmetine himayesine aldı.” deyip gözden kayboldu. Katırcı da bildiği yoldan, kendisini en müşkül zamanında yalnız bırakmayan Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek yoluna devam etti. Sonunda gideceği yere vardı.

İmam Abdülvâhıd b. Zeyd el-Basrî bir de şöyle bir hadise rivayet etmektedir:

Saadet devri olan, Allah Resulü’nün hayatta olduğu Medine devrinde, onun sohbetinde bulunmuş, ensardan bir kimse vardı. Künyesi Ebû Muğlaka idi. Kervancılık yapardı. Bazen kendisi mal alır, onu satar, bazen de başkalarının malını istenilen yere götürür, karşılığında kira alırdı. Bu maksatla uzun seferlere çıkar, işini bu yolla devam ettirirdi. Haccını eda etmiş ve takva üzere hareket etmekte idi. Yine günlerden bir gün, ticaret için çıktığı uzun bir yolculukta, ıssız bir yere gelince karşısına tepeden tırnağa silahlı bir hırsız çıkmış ve silahını çekerek öldürmek üzere üzerine yürümüştü. Tacir:

– “Beni öldürüp ne yapacaksın? Malımı al, canımı bağışla.” dedi. Gözü dönmüş adam: “Hem malını alacağım, hem de canını.” diye ısrar edip durmakta idi. Yalvarıp yakarmanın bir işe yaramayacağını gören tacir:

–    Mademki beni öldürmeye karar verdin. Senden bir isteğim var. Son defa izin ver de iki rekat namaz kılayım. Ondan sonra nasıl istersen öyle yap, dedi. Bu teklifi hırsız tarafından kabul edilmişti. Hırsız tüccarın bu teklifini kabul etti. Tüccar da güzelce bir abdest aldıktan sonra namaza durdu ve namazının son secdesinde Cenab-ı Hakk’a karşı şöyle bir niyazda bulundu:

Yâ Vedûd, yâ Zel arşil mecîd, yâ Mübdiü yâ Müıyd, ya ıe alun uma yurıd, es eluke bı ızzıkellezı la yudamu ve mülkikellezî lâ yürâmü ve bi nûri vechikellezî melee erkâne arşike en tüsalliye alâ muhammedin ve alâ âlihî ve en tekfîyenî şerra hâzel lıssı yâ müğıysü eğısnî yâ mü-ğıysü eğısnî yâ müğıysü eğısnî, inneke alâ külli şey’in ka-diyr.

Dua sona erip te tüccar başını secdeden kaldırdığında bir de bakar ki, at üzerinde heybetli bir kimse duruyor. Kılıcını atının alm doğrusunda tutmuş, sanki kılıcından kan damlayan bir azamet içinde! Bu korkunç tabloyu gören hırsız:

–    Sen kimsin, necisin, ne yapmak istiyorsun? gibi sorularla kendisini karşılamak istediyse de, atlı kimse hiç fırsat vermeden hırsızı derhal öldürdü. Secdeden henüz başını doğrultmak üzere olan tüccarın yanma geldi ve:

–    Haydi kalk ve yoluna devam et, dedi. Tüccar o kimseye:
– Sen kimsin? diye sorunca, kendisinin bir melek olduğunu, makamının dördüncü kat gökte bulunduğunu, kurtuluşu için Cenab-ı Halde’a yalvarışlarının ilk merhalesinde bütün meleklerin duyduğunu, daha sonraki yalvarmalarında da hırsızı katletmek için Cenab-ı Hak’tan izin almaya meleklerin sıraya girdiğini, nihayet Allahü Teâlâ’nm bu işi kendisine verdiğini ve aldığı görevi yerine getirdiğini söyleyip gözden kayboldu. Tüccar da yoluna ve işine devam etti.

Enes b. Malik (r.a.) diyor ki:

“Bir kimse güzel bir abdest alıp daha sonra dört rekat namaz kılar ve arkasından da yukarıda geçen dua ile dua ederse, ister sıkıntı halinde olsun, ister genişlik halinde Cenah-ı Hak o kimseyi maksadına erdirir. ”

Bu tertip ayrıca Kadı Ebu Bekr-i Arabî ve Ebu Ali Hüseyin tarafından da ayrı ayrı rivayet edilmiştir.

Kategori:Esmaül HüsnaVefk

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir